20 Temmuz 2013 Cumartesi

Aşk hep vardı, evlilik geç geldi


Bu fotoğraf 1917 yılında heykelin büyük ustası
77 yaşındaki Rodin ve 74 yaşındaki Rose Beuret’nin
evlilik töreninde çekilmiş.

29 Ocak 1917 tarihinde çekilmiş bir fotoğrafa bakıyorum. Simsiyah giyinmiş, yüzlerinden yorgunluk akan yaşlı insanlar oturuyor. Bir cenaze törenini andırıyor fotoğraf. Ancak bu bir cenaze değil, evlilik töreni. Heykelin büyük ustası 77 yaşındaki Rodin ve 74 yaşındaki Rose Beuret’nin evlilik törenleri. Bu fotoğrafın çekilmesinden bir ay sonra Rose, 10 ay sonra da Rodin ölmüş. Yanyana gömülmüşler. Mezarlarının başına da Düşünen Adam heykeli konulmuş.
Sabancı Müzesi’nde Rodin sergisini gezerken, rehberin Düşünen Adam, Cehennemin Kapısında, Victor Hugo gibi heykelleriyle ilgili anlattıkları kadar Rodin’in hayatının da etkileyici olduğunu düşündüm. Heykelin büyük ustası Rodin'in en önemli özelliklerinden biri de sanırım yaptığı heykelleri parçalaması, daha sonra bu parçaları başka heykellerde kullanması.

Parçala-birleştir

Parçala-birleştir yönetimiyle çalışan Rodin'in oldukça fırtınalı bir aşk hayatı da vardır. Rodin, parça parça yaşadığı bu aşklardan en sonunda Rose ile evliliğini ortaya çıkarır.
Rodin, Rose’la tanıştığında 24, Rose ise 20 yaşındadır. Rodin, ilk modeli ve sevgilisi olan Rose’dan hiç ayrılmaz. Birçok kez aldatmasına rağmen Rose, Rodin’in her zaman destekçisi olur. Ancak Rodin’in en büyük aşkı 1882’de tanıştığı Camille Claudel olur. Tanıştıklarında Rodin 42, Camille ise 18 yaşındadır. Camille, Rodin’in öğrencisi, modeli ve sevgilisi olur. İlişkileri 12 yıl sürer. Ancak Rodin, Camille’yi de aldatır. Düşes Claire de Choiseul'le birlikte olur.
Rodin'in hayatını 1912'de geçirdiği beyin kanaması değiştirir. Düşesten ayrılır. Rose'la tekrar birlikte olur ve en sonunda evlenirler. Rodin ve Rose’un evlilik töreni fotoğrafına bakarken, evlenmek için niye bu kadar beklemişler diye düşünmeden edemedim. İlk tanıştıklarında evlenmiş olsalardı, kesintilerle de olsa 54 yıl bir ilişkiyi sürdürebilirler miydi? Tabi ki bu soruların yanıtlarını bilemeyiz. Ama 54 yıl sonra ölüme bu kadar yakınken evlenen Rodin ve Rose’un arasında aşkın hep olduğunu düşündüm. Evlilik, geç geldi. Belki de gerek yoktu.

Rodin hakkında...

1840’da Paris’te doğan Rodin, 1854’te Özel Çizim ve Matematik Okulu’na yazılır ve burada heykeli keşfeder. 1857’de Güzel Sanatlar Okulu’na başvuran Rodin, heykel sınavında başarısız olur. Bunun üzerine, yaşamınını sürdürmek ve ailesine yardımcı olabilmek amacıyla Paris’te süsleme işleri yapan alçı atölyelerinde çalışır. Bu arada, heykeller yapar.
1864'te ilk atölyesini tutar. Yeteneğini herkese kanıtlamak isteyen Rodin, ilk önemli yapıtı Tunç Çağı'nı 1877'de sergiler. İnsan boyunda çıplak bir erkeğin sabah uykudan uyandığı anı gösteren çalışması beğenilse de eleştirmenler, heykelin kalıp alınarak döküldüğünü öne sürer. Bunu ağır hakaret olarak algılayan Rodin'in bu heykeli üç yıl sonra Güzel Sanatlar Yönetimi tarafından satın alınır.
Rodin daha sonra tamamlanması yıllar süren Cehennemin Kapısı siparişini alır. Rodin'in bu çalışmasını oluşturan heykellerin herbiri kendi başına adından söz ettirir. Düşünen Adam, Öpüşme gibi...
Rodin’in en önemli özelliği de yaptığı heykelleri parçalayıp, daha sonra bu parçaları başka heykellerde kullanması.
02.08.2006




Dali Dali bakma!

"Dali ile bir deli arasındaki fark nedir? Dali, deli değildir..." Bu sözler bana ait değil. Sürrealizm'in en önemli ressamlarından Dali söylüyor. Anlaşılmayı beklemeyen, yaratıcılığının farkında bir adamın sözleri.
Hep aşçı olmayı isteyen Dali, bu hayalini hiç gerçekleştiremiyor ama 68 yaşında bu hevesini resme döküyor. Ama yemek deyince tam da Dali'den beklenen illizyonlarla karşılaşıyorsunuz. Nasıl mı? Bir balığa bakarken aslında bunun bir kadın olduğu... Ya da bir tabağa baktığını sanırken aslında tabağın kenarlarından sarkan bıyıklar ve size bakan iki gözün olması gibi...
Dali ve ben... :))
1904 yılında İspanya'da doğan Dali, Madrid'te güzel sanatlar akademisinde disiplinsiz davranışları yüzünden uzaklaştırılıyor. İlk kişisel sergisini 1925'te açan Dali, 1929 yılında Luis Bunuel ile birlikte 'Endülüs Köpeği' filminin senaryosunu yazmak için Paris'e gidiyor. Paris'te, 'Her erkek bir kadınla evlenebilir fakat sadece Gala onun ruhunu iyileştirebilir' dediği Gala'ya görür görmez aşık oluyor. O zaman Sürrealist akımın öncülerinden Paul Eluard'la evli olan Gala, 1933'te Dali ile evleniyor.

'Sürrealizmin ta kendisiyim'

Bundan sonra Dali için Gala'sız bir hayat düşünülemez. Öyle ki, 'Dali bu aşktan sonra ressam olmuştur' denir. Gala, Dali'nin hem eşi hem yol göstericidir. 1948 yılında Sürrealisler grubundan atılır Dali. Belki de yüzden, 'Ben Sürrealizmin ta kendisiyim' der.
Dali, 1967'de Gala için bir şato satın alır ancak, Gala burada yanlız yaşamak ister. Bu arada Dali'nin de hayatına artık Amanda Lear girmiştir. Gala 1982'de ölünce Dali, Gala'nın hayatının son günlerini geçirdiği şatoya yerleşir ve Lear'la bir daha görüşmez. 1989 yılında 84 yaşında hayatını kaybeder.

Daha yakından tanımak için...

Sergiye gelirsek, 'İlahi Komedya', 'Sürrealizm İzleri' ve 'Gala ile Akşam Yemeği' adıyla üç bölümden oluşuyor. 1950'lerde İtalyan hükümeti, Dante'nin 700. doğum günü nedeniyle Dali'den İlahi Komedya'yı resimlemesini ister. Bu bölüm, cennet, cehennem ve araftan oluşuyor. Cehennemde açgözlü, riyakar gibi kötüler cezasını çekiyor. Cennette ise melekler bildiğimiz gibi güzel değil.
Dali'nin resimlerinde 'beni ben yapan' dediği Gala'dan izler var. Bir de Papa'ya bağlılığı... Örneğin, 1971 yılında yaptığı 12 adet litografinin hepsinin altında Papa'nın eteğine tutunmuş bir adam görürüz.
Kısacası, Dali'yi daha yakından tanımak için gidin sergiyi görün derim... Tophane-i Amire'deki sergi 26 Şubat'a kadar gezilebilir.
10/01/2012

Kayıp demiryolu


Yolculuk denilince aklıma en son gelen ama her seferinde de çok keyifli olduğunu düşündüğüm trenler... Uzun yol planlarımın baş kahramanı... Türk filmelerinin, acıklı türkülerin ayrılık ve gurbet temalarının vazgeçilmezi... Hepimizin hayatında bir şekilde yer almıştır tren ve tren yolları... Trenlere ve tren yolculuklarına böyle duygusal bakarken, aslında trenlerin başka misyonları da olduğunu da hatırladım 'Kayıp Demiryolu'nu duyunca.
1914-1916 yılları arasında İstanbul'da Kağıthane-Kemerburgaz-Ağaçlı-Çiftalan arasında yapılan ancak, sonraki yıllarda izi kaybolan demiryolundan bahsediyorum. Tren yolculuğu sevgime tarih karışınca güneşli bir eylül sabahında 'Kayıp Demiryolu'nun izinden gitmeye karar verdim.

İstanbul karanlıklar içinde

Bu geziden aklımda kalanlara gelince, 1. Dünya Savaşı yılları... İstanbul karanlıklar içinde. Çünkü, şehirde kömür yok. Hayati önemdeki kömür, asker sevkiyatı yapan vapurların yanı sıra İstanbul'un elektrik ihtiyacı için kullanılıyor. Yani, bugünkü Santral İstanbul (Silahtarağa Termik Santrali) olarak bildiğimiz yer, şehrin elektrik ihtiyacını karşılıyor (1980'lere kadar da bu işlevini sürdürüyor).

Kayıp demiryolundan arta kalan tren rayları
Kağıthane Belediyesi'nin bahçesinde sergileniyor.

O dönem İstanbul'a kömür, İngiltere ve Zongultak'tan gemilerle sağlanıyor. Ancak, Çanakkale Boğazı kapalı, Zongultak'tan gelen gemiler de Ruslar tarafından batırılıyor. Kömür sevkıyatı durunca İstanbul elektriksiz, vapurlar çalışmıyor. Karadeniz kıyılarında Kilyos-Çiftalan bölgesindeki linyitin taşkömürü ile karıştırılıp kullanılabileceği düşünülünce, Silahtarağa Santrali ve Çiftalan arasına demiryolu döşenmesine karar veriliyor.

62 kilometrelik hat

Demiryoluyla Enver Paşa ilgileniyor. Hatta bu nedenle demiryolunun Kağıthane'deki ilk durağının adı da Enver Paşa olmuş. Demiryolu için malzemeler Almanya'dan getiriliyor. Ve 1914-1916 yılları arasında 62 kilometrelik bu hat döşeniyor. Enver Paşa, demiryolunun yapım çalışmalarını fotoğraflaması için subaylardan Hasan Mukadder Dölen'i görevlendiriyor.
İşte, demiryolunun gün yüzüne çıkması da Hasan Mukadder Dölen'in çektiği fotoğrafların peşinden giden torunu Prof. Dr. Emre Dölen sayesinde oluyor. Demiryoluna ait ray parçaları ve bazı kilometre taşları şu anda Kağıthane Belediyesi'nin bahçesinde sergileniyor. Ancak, diğer parçalara ulaşılamıyor.
1920 yılından sonra linyit kömürünün kullanılmamasıyla birlikte bu demiryolunun da işlevi kalmıyor. 2. Dünya Savaşı'nda kısa bir süre askeri sevkiyatlar için kullanılıyor. 1950'lerde ise hat tamamen sökülüyor, demiryolu tamamen kayboluyor.

Tren bekleyen...

Kağıthane'deki durağın yerinde şimdilerde bir meydan, demiryolunun Kemerburgaz'daki Eğri Kemer'in altından geçtiği yerde ise bir fabrika var. Çiftalan Köyü'nde ise demiryolundan hiç bir iz kalm
amış. Ancak, Çiftalan durağı olduğu tahmin edilen yerde mandaların dinleniyor olduklarını görünce, 'Genlerinde var herhalde, tren geçmesini bekliyorlar' demek geldi içimden...
07/10/2011

19 Temmuz 2013 Cuma

Huzur evinden tweet atmak...

'Biz huzur evinden tweet atacak ilk nesil miyiz?' diye bir cümle kalmış aklımda. Kimin yazdığını hatırlamıyorum. Ama düşününce, huzurevine gidecek yaşa geldiğimizde, hafızada herhangi bir sorun yoksa, atılacak tweet'lerin çok da eğlenceli olacağını sanmıyorum. Malum, ağırlıklı olarak yaşlılık olacak tweet'lerin konusu.
Çok değil, bundan 5-6 yıl önce işe yeni başlamış bir arkadaşım, sohbet sırasında bana, "Nasıl yani, sen işe başladığında internet yok muydu?" diye sormuştu. O soruyu sorduğunda benim çok değil, yaklaşık 10 yıl olmuştu işe başlamam. Bundan 5 yıl sonra da, "Twitter, Facebook yokken ne yapıyordunuz?" diye sorarlarsa şaşırmayın.

Zamanın hızlı akmadığı yıllar...

Bunları düşünürken Facebook'ta bir arkadaşımın paylaştığı '80'lerde çocuk olmak' videosunu izledim. Zamanın hızlı akmadığı yıllardı...
Facebook yoktu, internet bile yoktu. Hatıra defterleri vardı. O defterlerdeki yazıların çoğu, "Bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için..." diye başlardı. Sonra bir şiirle, maniyle biterdi. Mektup yazılırdı... Bayramlarda ise kart atırdı. O kartların koleksiyonu bile yapılırdı. Şimdi ise bayramlaşmalar toplu olarak gönderilen e-mail ya da cep mesajıyla yapılıyor. Okunduktan sonra siliniyor.
Bayramlarda mahallenin çocukları toplanır, şeker toplamaya çıkardı. Amaç, şeker değil, eğlenceydi aslında. Okula siyah önlüklerle giderdik. (Şimdiki çocuklar renkli önlüklerle gidiyor. Değişmiş olması iyi.) Televizyonda en sevdiğimiz dizilerden biri konuşan araba Kara Şimşek'ti. Ayrıca, uzaydan gelmiş ve bir ailenin evinde yaşayan Alf'i unutmak olmaz.
Televizyonlar öyle 24 saat yayın yapmazdı. Dolayısıyla, sokakta oynayacak daha çok vakit bulurduk. Bu listeyi uzatmak mümkün...
Teknolojinin bu kadar hızlı değiştiği bu dönemde, cep telefonsuz, internetsiz yapamıyoruz. Bir kaç yıl sonra ise şu andaki cep telefonlarını basit, bilgisayarları ise yavaş bulacağız gibi geliyor...
03/11/2011

9 milyon dolara huzur...

Başlığa bakarak 'parayla huzur olur mu olmaz mı?' tartışmasına girmeyeceğim. 9 milyon dolara satışa çıkan Osman Hamdi bey'in 'Huzur' adlı tablosunun fotoğrafına bakıyorum. 1904 yılında yapılan tabloda, iki kadın bir ağacın yanında Eskihisar Kalesi'ne doğru gün batımını izliyor. Daha çok Kaplumbağa Terbiyecisi tablosuyla gündeme gelen Osman Hamdi bey'in tablosu Huzur, eserleri içinde en büyük ebatlı olanıymış.

Eskihisar'dan bakarken...

Bir diğer detay da Osman Hamdi bey, resimlerini yaz aylarını geçirdiği Eskihisar, Gebze'deki evinde yapıyormuş... Huzur, belki de evinin penceresinden gördüğü bir an... Ressamlığıyla gündeme gelen Osman Hamdi bey, aynı zamanda bir arkeolog ve İstanbul'daki Arkeoloji Müzesi'nin de kurucusu. Ayrıca, 1884 yılında tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklayan Asr-ı Atika Nizamnamesini çıkartırıyor. Böylece, Osmanlı topraklarından tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılması önleniyor.
Osman Hamdi bey, Nemrut Dağı, Lagina adıyla anılan bugünkü Muğla-Yatağan'ın yanı sıra Lübnan'da (Sayda) birçok arkeolojik kazılar yapıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne her gittiğimde (ki yılda bir kere mutlaka giderim) hayranlıkla seyrettiğim İskender Lahiti'ni (Sayda'da çıkarıldı) bulan ve sergileten de kendisi.

Dolu dolu bir hayat=HUZUR

Kazılarda çıkartılan eserleri Aya İri'ni ve Çinili Köşk'e koyan ancak, buralar yetersiz kalınca, bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni yaptıran Osman Hamdi bey, İstanbul dışındaki birçok müzenin de temelini attı. Arkeolojik kazılar ve müzeler arasında gidip gelen zamanlarında resim yapmayı da ihmal etmemiş ki, bugün kazılarda bulduğu eserler ve kurduğu müzelerden daha çok tabloları konuşuluyor. Rekor fiyatlara satılıyor. Bugün yaşasaydı 9 milyon dolara satışa çıkan 'Huzur'a bakıp daha da bir keyiflenir miydi? Kimbilir...
Bu kadar dolu dolu yaşayan biri 'Huzur'u da buluyor...
28/11/2011

Kendi dünyanızın merkezisiniz

Sokrates öğrencilerine birer beyaz kâğıt dağıtıp bir daire çizmelerini ister. Dairenin ortasına da bir nokta koymalarını söyler. Bazıları küçük bir daire çizerken bazıları tüm kağıdı doldurmuştur. Sokrates, "Dairenin ortasındaki nokta sizsiniz. Kendi dünyanızın merkezisiniz. Daire ise yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırlamayı temsil eder" der. Daha sonra daireyi sildirir ve şunları söyler: "Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkezindesiniz."
Mailime gelen bu yazıyı bir kaç kez okudum. Hem de Yeni Türkü'nün sevdiğim şarkısı 'Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın' dizeleri eşliğinde.
Hayatımızın sınırı olmalı mı? Ya da bu sınır nerede başlar? Evet, bir sınır olmalı. Bu sınırı ise kendimiz çizeriz. Tabi ki bir kalemle değil. Davranışlarla, tepkilerle...
Bu sınır olmadığında ise hiç beklemediğimiz anlarda beklemediğimiz insanların davranışlarını anlamaya çalışırız. Ya da bazen ufak bir sorun büyüyerek içinden çıkılmaz bir hale gelebilir.
Bu konuyla ilgili en güzel açıklamayı Ferrarisini Satan Bilge kitabının yazarı Robin Sharma yapmış: "İnsanlar, sen istediğin kadar hayatındalar, göz yumduğun kadar dürüstler ve onları affettiğin kadar iyiler." Bu sözün üzerine daha ne denir ki...
17 Ocak 2012

İki bilet aldım, birini kaybettim!

Başlıktaki sözler bana ait değil. Televizyonda zap yaparken rastladığım, aklımda sarı dik saçları ve acayip hareketleriyle dans ederek kalan Tarık Mengüç’e ait. Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda Tarkan’ın muhteşem konserini dinlerken, Mengüç’le resmen yer mücadelesi yaptık.
Saat 9 gibi yani konserin başlama saatine yakın Harbiye’ye gittik. Yerlerimiz numaralı olduğu için geç gitmekte bir mahsur görmemiştik. Açıkhava’da yer gösteren görevlinin bir biletlerimize bir oturacağımız yere bakakalması, bir şeylerin ters gittiği izlenimi vermişti zaten. Neyse, bize bir yer gösterdi. Gerçi gösterdiği yer başkasınındı, 10 dakika sonra oradan kalkıp, bize ait olan 9 ve 10 numaralı koltuklara oturduk.

Niye boş koltuk yok?

Birkaç dakika sonra da yer gösteren görevlinin tereddüt nedenini anlamıştık. Yanımızda ayakta duran Mengüç, oturduğum koltuk ve yanımda bir kadının oturduğu (Mengüç’ün eşi) koltukların arasını göstererek, "Buraya sizi rahatsız etmeden oturacağım" dedi.
Şaşırdım, ne dediğini anlamaya çalışırken;
"İki bilet almıştım, birini kaybettim" dedi ve oturdu. Şaşkın şaşkın bakarken, beni konsere davet eden arkadaşım Tuğba, "Biletinizi kaybettiyseniz neden boş koltuk yok?" deyiverdi.
Mengüç, ne dediğimizi dinlemekten çok aynı nakaratı tekrarladı: "İki bilet almıştım, birini kaybettim."
Tabiki konseri tek koltukta iki kişi oturarak izledik. Oraya eğlenmeye gitmiştik ve keyfimizi hiçbir şey bozmamalıydı. Ancak koltukların yapısından dolayı hiçbirimiz rahat oturamadık.

Git öte!

Konser arasında, genç kızlar ve çocuklar, Mengüç’ün yanına koşarak, fotoğraf çektiriyor, imza alıyor. Biz ise konser boyunca Mengüç’e "git öte" bakışları atıyoruz. Bizim için anlatması tuhaf bir durumdu.
Bu arada merak etmeden duramadığım sorular var:
- Ünlü olunca her istediğini yapabiliyor musun?
- İki bilet alsam, birini nasıl kaybederim?
- Varsayalım kaybettim, beni konsere alırlar mı?
- Aldılar diyelim, o koltuk boş olmaz mı?

11.08.2006

Patronlar evlenirken çalışanlar boşanmasın

2005 yılında 60 özelleştirme 90'ına yakın şirket satın alma ve birleşmesi gerçekleşti. Şirket satın alma ve birleşme rüzgarı bu yılda hızla devam ediyor. Özellikle bankacılık sektöründe yoğunlaşan satın alma ve birleşmelerin bu yıl enerji, perakende, konut ve turizm sektörlerinde sürmesi bekleniyor. Tabi bu şirketlerin tepe yönetimleri de değişiyor. Yeni CEO'larla eski çalışanların kimyasının tutması için şirketlerde iletişim çalışmalarının hızlı yapılması gerekiyor.

Çalışanların psikolojisi

Bir şirketin başka bir şirketle birleşmesi veya satın alınması çalışanların psikolojisini ve performansını doğrudan etkiliyor. Oluşan bu yeni yapıda kendisine nasıl bir rol biçileceğini bilemeyen çalışanlar, konsantrasyonlarını kaybediyorlar ve işi değil geleceklerini düşünmeye başlıyorlar. Bu nedenle birleşme öncesinde çalışanlara yeni dönemdeki strateji hakkında şeffaf bilgi verilmesi gerekiyor.
Uzmanlar, satın alma ve birleşme durumlarında en önemli konuların başında şirket yönetiminin nasıl şekilleneceğinin geldiğine dikkat çekiyor. Yönetim belirlendikten sonra, yeni ortakların ve şirket çalışanlarıyla iyi bir iletişim kurmaları gerekiyor. Bu süreçten şirket faaliyetlerinin etkilenmemesi ve müşterilerin bu geçiş sürecinde yaşanması muhtemel belirsizlikleri hissetmemeleri için özel bir çaba gösterilmesi gerekir.

Farklı ücret uygulamalarına dikkat

Birleşen iki şirkette, ücret uygulamaları ya da çalışanlara sunulan imkanlar farklı olabilir. Birleşme sonrasında bu yapının da hızlı bir şekilde birleştirilmesi çalışanlar arasındaki dengesizlikleri ortadan kaldıracaktır. Bir başka önemli nokta da, bütün bu uygulamaların hızlı yapılması. Çünkü, bu tür uygulamalar ne kadar yavaş olursa, çalışanlar arasındaki huzursuzlukta o kadar artar. Alınacak kararların net ve açıklıkla çalışanlara duyurulması ve hızla uygulaması gerekir. Çelişkili açıklamalar, kararlar ve uygulamalar arasındaki farklılıklar, çalışanlarda güvensizlik yaratır.

Marka bilinirliğine dikkat

Bu arada satın alınan ve birleşen şirketler, markalarının bilinirliğine dikkat etmesi gerekiyor. Uzun uğraş ve çabalarla oluşturulan, benimsetilmesi yıllar alan bir markanın başka bir marka ile değiştirilmesi, bu uzun soluklu çalışmanın kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştirilmesini gerektiriyor. Özellikle, uluslararası bir kuruluş tarafından satın alınan şirketlerde bu konu daha da kritik bir hal alıyor. Yeni kuruluşun, devamlılık hissini bozmadan, yeni kurum kültürünün üstün özellikleri ve getireceği yararlara odaklanması gerekiyor.

16.09.2006

Her yaşa göre iş...

Üniversite öğrencilerinden, ev kadınlarına ve emeklililere kadar her yaş ve meslek grubundan çalışanı bulunan doğrudan satış sektörü, Türkiye' de 800 milyon YTL' lik bir pazara sahip.
Türkiye' de Amway, Avon, Oriflame, Tupperware, Herbalife ve LR Kosmetik faaliyet gösterirken, Nikken'de satışa başlıyor. Kozmetik, cilt bakım, ev eşyaları ve sağlıklı beslenme ürünlerinin satışının yapıldığı doğrudan satış pazarında, ağırlıklı olarak kadınlar çalışıyor. Çalışanların yaş ortalaması ise 35- 49 arasında.
Ürünler, tüketicinin evlerine veya işyerlerinde tanıtım ve pazarlanması yoluyla satılan doğrudan satış sektöründe, insan ilişkisi çok önemli. Dünyada 96. 977 milyar dolar ile alternatif bir pazarlama ve satış yöntemi olarak ön plana çıkan doğrudan satış sektörü, Türkiye'de de hızla gelişiyor. Doğrudan Satış Derneği verilerine göre, 600 bini aşkın serbest girişimci ile istihdama önemli katkılarda bulunan sektörde, çalışan sayısı her geçen gün artıyor.

Neden tercih ediliyor?
* Sektörde çalışmak için herhangi bir sermayeye ihtiyaç bulunmuyor.
* Distribütör ve serbest girişimciler, çalışma saatlerini kendileri belirliyor.
* Şirketler, distribütör ve üyelerine sürekli ücretsiz eğitimler veriyor.
* Çalışanlar, yurtiçi ve yurtdışı toplantı, seyahatlere katılma hakkı kazanıyor.
* Sektör çalışanları, yeni çevre ve arkadaşlar ediniyor.
* Yapılan araştırmalara göre, satıcıların yüzde 90'ından fazlası yaptıkları işten memnunlar.
* Bu arada, bazı şirketler sisteme girişte üyelik aidatı alıyor.

16.09.2006

21. yüzyılda çekirge dini


Foça'da akşam saatlerinde havlumun üzerindeki misafir.

İnsanlara sıçramayı öğütleyen Alman ressam farkında olmadan dünya çapında bir inanç sistemi yarattı. Alman ressam Torsten Lauschmann, küresel ısınmadan kurtulmanın yolunun zıplamak olduğunu söylediğinde yeni bir inanç yaratacağını herhalde bilmiyordu.
Şaka mı, büyük yalan mı demenin daha doğru olduğu belli olmayan bu açıklama, dünyanın çeşitli bölgelerinde kabul görmekle kalmadı, eylemcilerini de ortaya çıkardı. Lauschmann, Avrupa'nın sıcaktan kavrulduğu bu günlerde insanlara dünyaya tutunmak için en fazla ihtiyaç duydukları inanma noktasını sunmuştu.
Kendisini Prof. Dr. Hans Peter Niesward olarak tanıtan Lauschmann, 2005 yılında yakın çevresine "600 milyon kişi aynı anda zıplarsa dünya yörüngesinden çıkacak, kendine yeni bir yörünge çizecek. Böylece küresel ısınmanın önüne geçilecek" demiş. Şakayla başlayan zıplama projesi, ülke sınırlarını aşarak, dünya genelinde geniş destek bulmuş.
Bu açıklama, bilim çevrelerinde tartışma yaratacak kadar da ses getirmiş. Bazı bilim adamları aynı anda bu kadar çok kişinin zıplamasının dünya için zararlı olabileceğini açıklamış. Ama zıplama fikri herkese daha eğlenceli gelmiş olsa gerek ki, bilim adamlarının uyarıları zıplayanların çığlıkları arasında kaybolup gitmiş.
Zıplama gününü ilk duyduğumda aklıma ABD’nin, 1976 yılında ölen Çin'in lideri Mao hakkında 1 milyar kişiyi zıplatarak ABD'nin California eyaletinde deprem felaketine yol açmayı planladığı iddiası geldi. Ve tabii bazı sorular:
- Acaba Alman sanatçı ABD’nin iddiasından etkilenmiş midir?
- Dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar zıplarken Alman Lauschmann da en azından hafifçe kıpırdanmış mıdır?
- Gruplar kangurular ile birlikte “dayanışalım - zıplayalım” eylemi yapmış mıdır?
- Halay çeken, horon tepen kesimleri eyleme çekmeye çalışırken çete suçlamasıyla yargılanan olmuş mudur?
- Bu yerel halk dansları temelli gruplar, kan ter içinde zıplarken küresel serinleme beklentisi içine girmiş midir?
Bu arada Türkiye'de TEMA çalışanları zıplama eylemine katıldı. TEMA dışında 'zıplamayı' ciddiye alan oldu mu bilmiyorum. Ama zıplamak yerine içinde yaşadığımız beton yığınlarına biraz yeşil katmayı denesek daha iyi olur gibi geliyor bana.

21.07.2006

18 Temmuz 2013 Perşembe

Bardağı yere bırak ve dinlen!


Kadıköy Tchibo'da huzur bulmuş bu kedi :)) 
“Profesör, öğrencilerine ‘stres yönetimi’ konusunda ders veriyordu. Su dolu bir bardağı kaldırıp öğrencilerine sordu:
"Sizce bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır?"

Cevaplar, 400 gram arasında değişti. Bunun üzerine profesör şöyle dedi:
"Gerçek ağırlık fark etmez, Fakat durum bardağı elinizde ne kadar süreyle tuttuğunuza göre değişir. Eğer, bir dakikalığına tutarsam problem yok, bir saatliğine tutarsam sağ kolumda bir ağrı oluşacaktır. Bir gün boyunca tutarsam ambulans çağırmak zorunda kalırsınız.
Aslında ağırlık aynıdır ama ne kadar uzun tutarsanız size o kadar ağır gelir. Eğer sıkıntılarımızı her zaman taşırsak er ya da geç taşıyamaz duruma geliriz.
Yapmamız gereken bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve daha sonra tutup tekrar kaldırmaktır.”

Stres… Söylerken bile insanı geriyor bu kelime… Stresle baş etmenin 100’den fazla yolu yazılmış, anlatılmıştır. Yukarıda kaynağını bilmediğim hikayede stresle baş etmenin yolu çok güzel anlatılmış.

Belki de stresin üstesinden gelmek o kadar da zor değil. Sorunların çokluğu ve ağırlığından çok bizim bu sorunlara nasıl baktığımız önemli. Birimizin önemsemediği bir olayı, bir başkası günlerce sorun haline getirebiliyor.

Bu sorunları her zaman, her an yanımızda taşımayıp, arada bir kenara koymayı denesek, hayat daha kolay olacak sanırım. Gelin bugün sorunları bırakıp, sevdiğimiz bir şeyler yapalım.

27.07.2006



Steve Jobs ve değişim

Steve Jobs ilk Machintosh'un tanıtımında Bob Dylan'ın 'The Times They Ara a Changin' şarkısını kullanmış. Şarkı, 'zaman değişiyor' diye başlıyor. 'Eğer zamanınız biraz değerliyse yüzmeye başlasanız iyi olur, yoksa bir taş gibi dibe çökeceksiniz' diye devam ediyor. Tanıtım için bu şarkıyı seçen Jobs o günden geleceği görmüş gibi... Hakikaten de Jobs'un Machintosh'la başlayan iPad'le devam eden ürünleri hayatımızı hayallerin ötesinde değiştirdi.
Yaklaşık 7 yıl önce Macbook aldığımda kimse kızmasın ama laptop'larla karşılaştırma bile yaptırmıyordum. Klasik bir PC kullanıcı olduğum için ilişkimiz uzun sürmedi ama Mac'lerin yeri bende hâlâ ayrıdır.
Steve Jobs'un Stanford Üniversitesi'ndeki meşhur konuşmasını dinlemişsinizdir. O konuşmayla ilgili yorumları okuduğumda hemen hemen hepsinde 'Bugünü son gününüz gibi yaşayın' cümlesinden bahsediliyor. O konuşmayı yaptığında hasta olduğunu biliyordu, belki de bu nedenle 'her gününün değerini bilerek, hep üreterek' çalıştı. Bu yorumları tekrarlamayacağım.
O konuşmada benim dikkatimi ise Jobs'un 'noktaları geriye doğru birleştirirsiniz' cümlesi çekti. Hakikaten de öyledir. Yaşadığımız anları geriye doğru birleştirdiğimizde bulunduğumuz noktayı buluruz. Bu durumu hep merdiven çıkmaya benzetirdim. Attığımız her adım, çıktığımız ya da indiğimiz her basamak bugünkü geldiğimiz noktayı gösterir. Yani, aldığımız kararların sonucunu yaşarız. Jobs konuşmasında, bu noktaların geriye doğru birleşeceğine olan inanca da dikkat çekti. Yani sadece birleştirmek yetmiyor, bunların gelecekte de birleşeceğine inanmak gerekiyor.

Dipten güçlenerek çıkmak

Apple'ı kuran Steve Jobs, konuşmasında kendi şirketinden kovulmasına da değiniyor. Acaba bu şekilde kendi şirketinden kovulan başka bir patron var mıdır? Steve Jobs, konuşmasının bir yerinde 'iyi ki Apple'dan kovulmuşum' diyor. Bu cümlesini ilk duyduğumda biraz yadırgadım. Düşünsenize ne emeklerle ne hayallerle bir şirket kuruyorsunuz, o şirket dünyaca tanınmaya başlıyor ve siz oradan kapının önüne konuluyorsunuz. Bütün bunları yaşadıktan sonra 'iyi ki kovulmuşum' diyebiliyorsunuz.
Ancak, Jobs dibi gördükten sonra daha güçlü çıkıyor. Çünkü, yeniden başlamaya karar veriyor. O dönemde aşık oluyor. Yeni bir şirket kuruyor (Next) ve o şirketi Apple satın alıyor. Böylece, tekrar Apple'a dönüyor. Aynı dönemde kurduğu animasyon stüdyosu Pixar, alanındaki en iyi örnek olarak Walt Disney tarafından satın alınıyor ve Jobs'ı Walt Disney'in yüzde 7 ile en büyük hissedarı yapıyor.
Demek ki dibi görmek her zaman korkunç sonuçlar vermiyor. Ya da dipten daha güçlü çıkmak için umudu kaybetmemek gerekiyor. Ya da Steve Jobs'ın dediği gibi, "Başkalarının düşüncelerine takılıp kalmayın. Kalbinizin sesinden gidecek cesarete sahip olun."

"Çok erken konuşma
çünkü çarkıfelek hâlâ dönüyor
ve belli değil
kimin adını seçeceği
çünkü kaybeden şimdi
kazanabilir sonra
zaman değişiyor"

12/10/2011